27 Mayıs 2007 Pazar

Yalnızlığı Okudum Gözlerinde !!!

Yalnızlığı okudum gözlerinde
Bu kent; her geçen gün bizi bizden uzaklaştıran bu
kent, bir dilim ekmek
için çalışıp didinen insanların doldurduğu,
kirli,gürültülü bu lanet kent
hepimizi esir ediyordu da biz farkında değildik...
çocuklarımızın gözlerinde
parıltılı gülücükler yoktu, genç kızların
yanaklarında ki elma rengi
kızarıklıktan da eser... mazimize onca güzel şeyi
gömüyorduk ki bilerek veya
bilme-ye-rek bunun farkında mıydık acaba ?...
şiirler yazardık sevi üstüne,
duvarlara insanca şeyler yazardık eskiden ve de
vapurda, otobüste veya
parkın bankı üzerinde otururken elimizde mutlaka
bir kitap veya bir dergi
olurdu; cep telefonları değil... yine bu da mazi
denilen mezara gömüleli çok
olmuştu... şimdi iletişim araçları öylesine hızlı
gelişmiş ve insanlarla
iletişim kurmak öylesine kolaylaşmıştı ki (güya)
bu yüzden annelerimizi bile
ayda bir(yada daha geç) arar olduk... oysa -yine-
eskiden mektuplar vardı;
rengarenk, içine gül kurusu konulmuş mektuplar...
onlar da mazinin
toprakları altında şimdi...

....O kadın, az konuşup çok şey anlatmasını bilen
seher yıldızı bakışlı
kadın... senle konuştuktan sonra "herşey daha
güzel olacak" demiştim ama
yanılmışım... bu kentte insan nasıl mutlu olur
bilemiyorum... bazen bir
martının ardından uçup gidesim gelir... bazende
yok olasım ebediyen...bu
kentte hayat tutarsız insanlarda öyle...
yanılgılarım ağır geliyor kendime
pişmanlıklarım diz boyunu geçti... aynalar da
yalancı oldu artık
gözlerimdeki parıltıyı silmiş haberim olmadan...

Yağmur vardı dün gece...ve yüreğimde karşı
konulmaz bir serselilik...
çocukların elma şekerine koştuğu gibi koştum ve
sokağa dar attım kendimi...
sahilde bir kaç evsiz insan oturmuş bira
içiyordu... selam verdim çöktüm
yanlarına..toplumdan soyutlanmalarının oluşturduğu
kin oturmuştu
gözbebeklerine... yadırgadıkları besbelli onlardan
olmadığımı
düşünüyorlardı... güç bela onlardan olmam için
illa ki evsiz olmam
gerekmediğini anlattım onlara... onları sevdiğimi
ve yardımcı olmak
istediğimi de söyledim...aldığım cevap kesin ve
netti, "senbize yardım
edemezsin"... içimde bir yerlerin acıdığını
hissettim o an... bu insanları
nefret etmeye iten şey neydi?... kendilerinden ve
çevrelerindeki herşeyden
fena halde nefret ediyorlardı... üzüldüm, acıdım
onlara onların acımamamı
istemesine aldırmadan... ve bütün gece onları
düşündüm... belki de
haklıydılar..onlara yardım edemezdim...sadece ben
değil hiç kimse yapamazdı
bunu... onları yaşayan ölüye çevirmişti bu kent ve
sadece çalışmayı düşünen
robotlar... hiç bir şeye hakları yoktu onların...
çocukken oyuncakları
olmamıştı, yeni elbiseleri ve sımsıcak bir
yuvaları olmamıştı...
büyüdüklerinde de imkansızlıkları
büyüyordu...hobileri, fobileri,bas
gitarları,kitapları, arkadaşları yoktu...
ellerinde olanı yalnızlıkları ve yıllardır itilip
kakılmalarıydı sadece...

Ahmed Arif; "yokluğun cehennemin öbür
adıdır/üşüyorum kapama gözlerini..."
derken ne hissetmişti acaba?... kim dedirtmişti
ona böyle bir şeyi?...ve
kaçımız bunları diyebilecek şansa sahibiz
acaba?... bunları düşündüm o iki
SERSERİnin ardından...

Hepimiz yanlışlarımızla büyüyoruz... kendimizi,
hayattan beklentilerimizi,
toplumun içinde bulunduğumuz mevkii, aşklarımızı,
özgürlüğümüzü... ve bir
yandan da içimizde yaşamla aramızda koskoca bir
uçurum açan yalnızlığımızı
da büyütüyoruz farkında olmadan... her insan bir
yere kadar yalnızdır ben
bilmez miyim?...

gece olmuştu yine... beraberinde, uykuyu, soğuğu
ve birazda ölümün kokusunu
getirerek... yine bir yerde birileri ölmüştü
mutlaka, onların yerine de
birileri doğmuştu... yine açlık, yine sefalet,
yine nefret mutlaka bir
köşede birilerini avucuna almış ve sıkıyordu...

İşte o leylak kokulu kadını bulsam, kafamdaki
bütün soruların
cevaplanacağına ve belirsizliğin kalkacağına öyle
çok inanıyorum ki...hey
martılar siz onu tanır mısınız?... söyleyin
nerdedir yalnızlığımın
maskecisi...

O bile beni görse artık "gözlerimde yalnızlık
okuyamaz" .... mı acaba?

0 yorum: