25 Mayıs 2007 Cuma

Piraye İçin

6 Ekim 1945

Bulutlur geçiyor: haberlerle yüklü, ağır.
Buruşuyor hala gelmeyen mektup avucumda.
Yürek kirpiklerin ucunda
uzayıp giden toprak uğurlanır.
Evde mi, sokakta mı,
Benim bağırasım gelir; ---"Piraye,
Piraye!.." --- diye...


Piraye'nin resimlerinde Nâzım'ın onun iç dünyasını

yansıtmayı çok iyi başardığı kanısındayım.
Bunu kendisi de biliyordu.
1940'ta çankırı'da yapıp neneme gönderdiği pastel bir
Piraye resminin altına şöyle yazmıştı :
"Anne, ancak sen ve ben onu böyle görürüz, ve ancak sana
yahut bana kızdığı zaman bu kadar şirin olur."
Bir başkasına da şöyle :
"Attığın taş dediğin kuşu vurmuyor."
Çizdikleri Piraye'nin belli durumlardaki görünümleriydi...
Annemi tanıyanlar,
"İyi yakalamış" derlerdi.


Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni :
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti :
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,

kendisi değil

edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :

bir çekmece

bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine

sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...


23 Eylül 1945

O şimdi ne yapıyor
şu anda, şimdi, şimdi?
Evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir,
â€" hey gülüm,
beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!.. â€"

O şimdi ne yapıyor,
şu anda, şimdi, şimdi?

Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
â€" her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
sevgili, canımın içi ayaklar!.. â€"
Ve ne düşünüyor
beni mi?
Yoksa
ne bileyim
fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
Yahut, insanların çoğunun
neden böyle bedbaht olduğunu mu?

O şimdi ne düşünüyor,
şu anda, şimdi, şimdi?...


5 Kasım 1945

Çiçekli badem ağaçlarını unut.
Değmez,
bu bahiste
geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
Islak saçlarını güneşte kurut :
olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın
nemli, ağır kızıltılar...
Sevgilim, sevgilim,
mevsim

sonbahar...




Karıcığım,

Hasretliğin on ikinci yılı bu
on ikinci yılı
Gönül ağzına kadar dolu
Sen diyorum İstanbul geliyor aklıma
İstanbul diyorum sen
Sen şehrim kadar güzelsin
şehrim senin kadar acılı.


İşte bu kadar karıcığım. İstersen cevap verme.
Kocan

0 yorum: