edebiyat bölümünde verilmiş ama kusura bakmayın sonradan gördüm Aile Boyu Ezilmiş bir çocukluk benimkisi bir iskelenin vapurların yanaştığı yüzüne asılıdır üç tekerlekli bisikletimin lastikleri Annesiz büyüdüm çünkü yani serçeydim kar üstündeki ve arka bahçesinde kasabın beslediği kuzu Dudaklarımı,işte bu yüzden aile boyu bir şişeye değdirip içmeyi severim gazozu. Alacak yol kenarındaki yağmur mazğallarını kumbara sanıp harçlığımı atardım bu yüzden en çok denizden alacaklıyım. Ama Ölüm Özgürlük kitabının sayfaları arasına cellatların kurduğu darağacındaki ip yarım kalan sayfayı gösteriyor okumaya devam edecek nice insana Evlilik fotoğraflarının yırtılarak kırılan çerçevelerin sokağa atılan tahtalarıyla çakılıyor çocuk tabutları Hiçbir genç kız taşımıyor kolyesinde sevgilisinin fotoğrafını ama ölüm sayfaları oyulmuş bir aşk romanının içine gizliyor tabancasını... Antik Acılar Geçim parası için nice yaşlının eski İstanbul evlerinden getirdiği eşyalar üstüne kar koyulup satılıyor antik acılar çarşısında. Ayrılık İki rayı gibiyiz bir tren yolunun yakın olması neyi değiştirir son istasyonun. Beceriksiz Kabuğunu koparmadan ne bir elmayı soyabildim ne de iyileştirebildim bir yaramı ama karşıma çıkınca kızmadım hiç elma kurduna bendim çünkü bıçağı saplayan onun yurduna Şair diyorlar benim için bilmiyorum oysa her şiire konmalı mı uyak her yere nedense konamıyor tayyare hay dilimi arı türkçe soksun; uçak Kaptan olmak isterdim aynanın karşısında eski bir sinema yıldızı gibi ağlayan İstanbul hatlarında bir fırça hafifliğiyle gidip gelen vapurlara Eskimo bir şair dokunuyor omuzuma ve Kız Kulesi'ni göstererek bırak artık diyor üzülmeyi yedi tepeli bu şehirde şiir okunacak tek yer elbette denizin ortasındaki şu küçük buz dağı Terzi olsa da babam sökük dikmesini beceremem beni yalnızca sen anlarsın iğnenin deliğinden geçsin diye ipliklerin bir anlık ıslatıldığı dudaklara takılıp kalan annem. Bir Araya Eşit olmadığı söylenir insanların aynı boyda olmayan beş parmağı gibi bir elin oysa uzanır nice yorgun emekçinin dudağı su dolu avucuma elimin eşit olmayan beş parmağını getirince biraraya. Cephede Aslında ben daha güzel ölürdüm arka bahçede askercilik oynarken tahta tüfeğimle toprağa uzanır annemin sesiyle doğrulurdum hemen -Çabuk kalk üstün kirlenecek hınzır! Yerdeyim yine bak anneciğim n'olur kızma adımı çağır. Çekmece Büyüklerle ben yapamıyorum çocuklar da almıyor beni oyunlarına devlet dairesinde yangından kurtarılmayacak sıkışmış bir çekmece gibiyim açılamıyorum sana Kardeşiyle sokaklarda hep bir örnek giydirilen sen nasıl sevmezsin eşitliği yürürken düşen çoraplarını aynı hizaya getirmek için annen değil miydi önünde diz çöken Öpüşme sahnesinin tam ortasında içeri girdiğin yazlık sinemanın yer göstericisiyim yürüyorsun fenerimin ışığında yer: Kız Kulesi ve sonu ayrılıkla bitecek hüzünlü bir aşk filmini oynuyor beyaz duvarında Bir kez olsun çıkmazken ağzından seni sevdiğimi her gün söylememi yadırgama bil ki bu şehirde iskelenin verilmesini beklemeden atlarım vapurlara Son karesi gibi Red Kit'in batan güneþ e doğru sürerken atımı gitme kal demeni bekliyorum ama yalnızca rüzgar çekiştiriyor atkımı. Deniz Yaşlı bir devrimci düşürmez hiç ağzından özgürlük kelimesini ve yatmadan önce bir bardak su yerine denize bırakır takma dişlerini. Dudak Payı Çay bardağında Bırakılan dudak payı Kadar bile Uzak kalamam Gözlerine Yakın olsun isterim Ellerime ellerin Yanındaki beton binaya Yaslanması gibi Köhne bir evin Seni bir çivi Gibi çaktım Çünkü beynime Ve toplayıp Bütün kerpetenleri Attım denize. Garip Şiirden kovduğu uyağın dönüp dolaşıp sonunda mezar taşına konması ne garip: Orhan Veli 1914 - 1950 Giderken Bilerek mi yanina almadin giderken basinin yastikta biraktigi cukuru Guveniyordum oysa ben sevgimize vapur iskelesi ya da tren istasyonundaki saatin dogrulugu kadar Beni senin gibi bir de annem terketmişti ki gobegimde durur onun yoklugundan bana kalan çukur. Hücüm Emri Kum taneciği kaçtı diye gözüne emir veren generalin iki dakika daha çok yaşadı insanları o şanslı kentin. Kağıt Gemi Deniz kıyısında bir martıyla konuşurken görüyormuş dostlarım beni sürekli bir kaptanım çünkü kağıt gemilerden emekli Kılları uzadıkça ellerimin unuttum kağıtlardan nasıl gemi yapıldığını ki yaşlılığa uzanan birer iskeledir parmaklarım çözüldü uçlarından nice kağıt geminin palamarı Çocukluğumun tahta atını bozarak yaptığım iskeleye küçük bir kağıt gemi yanaşır mı dersiniz kazısam ellerimdeki bütün kılları ! ... Kayıp Dalga Kimim ben ve sakalından bir tek kılın müzelere giremeyeceğine ağlayan köse bir peygamberden nedir beni ayıran Hüzünlü bir çocuk yüzü müyüm merdiven altındaki boş rakı şişelerinin hareketliliğinden anlayan babasının eve gelip gittiğini Bir cüce miyim yoksa cenaze gününde annesinin tabutuna uzanamayışının ağırlığını hep omuzlarında taşıyan Küçük odaya çıkıyorum tavan arasındaki ve bir geminin dümeni gibi çevirerek istasyon düğmesini kayboluyorum bir zamanlar etrafında ailece toplandığımız radyo dalgaları arasında! .. Kedi Kırıkları Ortancasıyım üç kardeşin hiç tatmadığı için acırken ağabeyime kıskanç gözlerle bakarım iki insan sıcaklığı üstünden dünyaya gelen kardeşime Kutsal kitaplarda aramam boşuna bir işaret bilirim ki kuşların silah sesinden ürkmediği gün kopacak kıyamet Bilemezsiniz yüreğime neler olduğunu nasıl ki bir korsanın denize attığı rom şişesini limana demirleyen geminin çapasıyla kırdığından hiçkimsenin haberi olmuyorsa Birbirinin üstüne ters çevirerek içimdeki iskemleleri uzaklaşırım aranızdan çarşıda kaybolan bir çocuğun elinde soğuyan anne sıcaklığı hızıyla... Kırık Kibrit Her kapı eşiğinde çocuk mezarı diye takıldığınız 45 numara ayakkabılarımla içinde etleri çürüyen bir çocuk cesedi taşıdığımı nasıl da bildiniz Hiçbir bardakta dudak payı bırakmadınız bana bir kaşık sesini bile çok gördünüz şekersiz içerek çaylarınızı Bakarak yürüdüm oysa balkonlara göz göze gelebilmek için çamaşır ipinin arkasına astığı iç çamaşırlarının ıslaklığına sürünerek kanaryasını güneşe çıkaran bir kadınla Yanıma yaklaşıp kibrit istediğinizde ıssız bir adaya düşen yalnız adamın dumanı görülsün diye yaktığı ateşiydi sizlere uzattığım Ve siz her seferinizde sigaranızı yaktınız ama açıktan geçen gemiler gibi yanınıza beni almadan gittiniz! .. Kırmızı Sevgilim kızma sakın ve lütfen yanlış anlama kırmızı rujunu sürünce paramın yetmediği elma şekerleri geliyor aklıma. Miğfer Yağmur sinmiş toprağa usulca geceden su içiyor göçmen kuş ölü bir askerin ters dönmüş miğferinden Çok yaşamayı diliyor siperlerin içinde birbirlerine askerler hapşırık sesi beklemeden Korkulacak bir şey olmazdı gözlerinde belki ölmek onca silah sesinden kaçmasaydı kuş telaşlı ve ürkek. Naftalin Eksik olan bir yanı vardı aşkımızın bir filminde üç beş figüran dövüp ata binmemesi gibi cüneyt arkın'ın Haberin olsun vermedim eskiciye yırtık ayakkabılarımı nasıl ayrılırım ki onlardan kapınızın önünde az mı çıkarıp giymiştim Naftalinedim bende kalan yün kazağını söylemiş miydim size naftalin ki güvelere karşı kullandığı kimyasal silahıdır anıların. Ölü Asker Zeynep ve Derviş'e Nasıl da çok istemiştim savaşa gitmeden sevgilimle evlenmeyi ama nereden bilebilirdim ki silahın demirine çarpıp saklandığım yeri belli edeceğini parmağımdaki yüzüğün... Reçel Gülemedim ki hiç hasta yatağının başucunda haberi bu yüzden yoktur annemin sol yanağımdaki gamzeden Komodinin üstündeki ilaçların sayısı arttıkça kutularından yaptığım gökdelenin uzamasına sevinirdim Ve bilmezdim annemin yaşantısındaki renkliliğin yalnızca raflarda dizili kavonozların içindeki reçeller olduğunu. Şamandıra Hayirsiz ogluyum babamin hic buyumeyen hala Topkapi'ya dogru uzanir kimsecikler gormeden hinzir bir cocuk gibi kapisini calip kacarim Istanbul'un Hayirsiz ogluyum babamin ticareti sevmeyen para icin kosturulan yaris atlarinin terlerini bir akvaryumda toplar icinde denizati beslerim Hayirsiz ogluyum babamin yollarda dalgin yuruyen ama adliyenin coplugunde buldugu dolmakalemi cocuklarina getirmek icin ortasindan yapistiran temizlik iscisi kacmaz gozlerimden Hayirsiz ogluyum babamin bir parka dikilirse bir gun sairlerin heykelleri benim yerim bos kalsin ve payima hayirsiz ada aciklarina bir samandira birakin. Sana Yakın Bir dostun sıcaklığına öylesine yaslamak istiyorum ki başımı ya omuzunu uzat sevgilim ya da telleri kopuk bir kemanı Kanadının altına sığınacak bir kuş arayan eskimiş saçak gibiyim sensiz ya da bütün balinaların kıyıya vurup intihar ettiği bir deniz Bir hitit çanağıyım toprağa gömülü ve sen ilk kazısını yapan bir arkeolog ürkekliğiyle ellerinin arasına al beni Tek dileğimdir çünkü benim sana yakın bir sunay akın! Semaver Havalar ısınmaya başlayınca bu aşk da biter ben ki bırakırken bir anlık gülümsediniz diye paltonuzun sıcaklığıyla avunan vestiyer Göremezsiniz çocukluğumun siyah beyaz fotoğraflarında komşuların verdiği atık yünlerden annemin ördüğü kazağın renkliliğini Aralarında yürüdüm 1 mayısta masal kahramanlarının çok yoksulluk çekmişler adındaki pamuğu bile kullanmış prenses bir regl gününde Karıştırılsın semaver külüne yakılan bedenim üstüne devrilince beyaz geminin fanilası rakı kokan babamın da inanmıştım bir gün öleceğine Ellerin elçizgilerimden aşktan aşka geçen bir yaya terasa asılı çamaşırların arasında öpüştüğümde anladım ıslaktır aşk ve mahkumdur kurumaya. Sevmek Saçak altına sığınmış göçmen kuşun kar tanecikleri arasında düşen beyaz tüyünü de görebilmek İşte sevmek! Sözgelimi Sözgelimi bir cenaze törenine katılır gibi yürüyorum sokaklarda ve iğneyle tutturulmuş çocukluk fotoğrafım gülümsüyor ceketimin yakasında Son dileği asılacağı ipin üstünde yürümek olan bir cambazım sözgelimi cellatın düğümleyerek boynuma geçirdiği ip düşürüyor sonunda beni her gösteride alay ettiğim yaşamdan Bir mehteranım sözgelimi çalgılar arasında yürürken savaş alanına üç adımda bir geriye döner ve yaşlı gözlerle anarım sevgilimi... Şemsiye Tozlu bir şemsiye durur çatı katındaki odanın kuytu bir köşesinde kumaşındaki eski yağmurların hüzünlü kokusuyla anımsar mısın bilmem yağmurun bardaktan boşanırcasına yağdığı o günü hani şemsiyeyi iyice çekip başımıza dudaklarımla hesaplamıştım yüz ölçümünü nicedir sokağa çıkarmıyorum şemsiyeyi korkuyorum çünkü kapısı açık kafaesinden uçan bir kanarya gibi beni ikinci kez terk etmenden yanıt alamayacağımıbilsem bile yanına gidip sorarım hergün şemsiyeye altında elele nasıl görünürdük diye. Tik Tak Ne kadar aradıysam suyunda bulamadım tak'ları zaman denilen kuyunun yüzümde bu yüzden yalnızca tik'lerini taşırım çocukluğumun Yarısını tuttum çocuk doktoru olmamı isteyen anneme hasta yatağında verdiğim sözün doktor olamadım ama çocuk kaldım İki çocuk rahatlıkla oturduğumuz kapının eşiğine kendi başıma zor sığıyorum bugün büyüdükçe insan yalnız mı kalıyor ne ? Yalnızlık Şemsiye yapımcıları ıslanmaktan tek kişiyi koruyacak genişlikte kesince kumaşları yağmur değil yalnızlıktır yağan Daha da hüzünlendirir her gece kentin sokaklarını bekçinin nefesiyle düdüğün içinde dönen nohut taneciğinin yalnızlığı Ne çok sevinirim bilseniz bir yılan mezarıma girerde göğüs kafesimin kemikleri içinde kış uykusuna yatarsa. Yüreğim Yuregim Islaktir benim Kuytularda aglamaktan Ve hafif ucuktur rengi Kurusun Diye kac kez Gunese asilmaktan... Yüz Havlusu Çarmıha gerildiği yaşta İsa'nın avuçlarımdan tutan iki çocukla çiviliyim yaşama aşk bardağını çalkaladığım su olmak kırılacak eşya taşıyan bir kamyon gibi gidiyor Ağrıma Kendi kendime konuştuğum sanılıyor hep yanımdadır oysa giderken bıraktığın yüz havlun bozdun saklambaç oyununu ama bana gizlendiğim yerden çık demeyi unuttun Her gece yatmadan okuduğum bir kitap olmanı isterdim kırardım ışıkları söndürmeden yarım kalan sayfanın ucunu ki sen buna tenim kırışıyor yaşlanıyorum derdin Yokluğundan geri kalan çölde attığım her adımda gözlerimden dökülür hörgücümde taşıdığım sular sevgilisinin gölgesinden uzak çölde ağlayan deve ölür Hava kararırken usulca bir zenci olup kalıyorum Salacak kıyısında ve Kız Kulesi Ku Klux Klan gibi duruyor karşımda.
Mavi forum |
0 yorum:
Yorum Gönder