12 Haziran 2007 Salı

Sunay AKIN şiirleri.....

edebiyat bölümünde verilmiş ama kusura bakmayın sonradan gördüm






Aile Boyu

Ezilmiş bir çocukluk benimkisi
bir iskelenin
vapurların yanaştığı yüzüne asılıdır
üç tekerlekli bisikletimin
lastikleri

Annesiz büyüdüm çünkü
yani serçeydim
kar üstündeki
ve arka bahçesinde
kasabın beslediği kuzu

Dudaklarımı,işte bu yüzden
aile boyu
bir şişeye değdirip
içmeyi severim
gazozu.





Alacak

yol kenarındaki
yağmur mazğallarını
kumbara sanıp
harçlığımı atardım
bu yüzden en çok
denizden alacaklıyım.





Ama Ölüm

Özgürlük kitabının
sayfaları arasına
cellatların kurduğu
darağacındaki ip
yarım kalan
sayfayı gösteriyor
okumaya devam edecek
nice insana
Evlilik fotoğraflarının yırtılarak
kırılan çerçevelerin
sokağa atılan
tahtalarıyla çakılıyor
çocuk tabutları
Hiçbir genç kız
taşımıyor kolyesinde
sevgilisinin fotoğrafını
ama ölüm
sayfaları oyulmuş
bir aşk romanının
içine gizliyor
tabancasını...





Antik Acılar

Geçim parası için
nice yaşlının
eski İstanbul evlerinden
getirdiği eşyalar
üstüne kar koyulup
satılıyor antik
acılar çarşısında.





Ayrılık

İki rayı gibiyiz
bir tren yolunun
yakın olması
neyi değiştirir
son istasyonun.





Beceriksiz

Kabuğunu koparmadan
ne bir elmayı soyabildim
ne de iyileştirebildim bir yaramı
ama karşıma çıkınca
kızmadım hiç elma kurduna
bendim çünkü bıçağı saplayan
onun yurduna

Şair diyorlar benim için
bilmiyorum oysa
her şiire konmalı mı uyak
her yere nedense
konamıyor tayyare
hay dilimi
arı türkçe soksun; uçak

Kaptan olmak isterdim
aynanın karşısında
eski bir sinema yıldızı
gibi ağlayan
İstanbul hatlarında
bir fırça hafifliğiyle gidip
gelen vapurlara

Eskimo bir şair dokunuyor omuzuma
ve Kız Kulesi'ni göstererek
bırak artık diyor üzülmeyi
yedi tepeli bu şehirde
şiir okunacak tek yer
elbette denizin ortasındaki
şu küçük buz dağı

Terzi olsa da babam
sökük dikmesini beceremem
beni yalnızca sen anlarsın
iğnenin deliğinden geçsin
diye ipliklerin
bir anlık ıslatıldığı dudaklara
takılıp kalan annem.





Bir Araya

Eşit olmadığı
söylenir insanların
aynı boyda olmayan
beş parmağı gibi bir elin

oysa uzanır
nice yorgun
emekçinin dudağı
su dolu avucuma

elimin
eşit olmayan
beş parmağını
getirince biraraya.





Cephede

Aslında ben daha güzel ölürdüm
arka bahçede askercilik oynarken
tahta tüfeğimle toprağa uzanır
annemin sesiyle doğrulurdum hemen
-Çabuk kalk üstün kirlenecek hınzır!

Yerdeyim yine bak anneciğim
n'olur kızma adımı çağır.





Çekmece

Büyüklerle ben yapamıyorum
çocuklar da almıyor beni oyunlarına
devlet dairesinde
yangından kurtarılmayacak
sıkışmış bir çekmece gibiyim
açılamıyorum sana

Kardeşiyle sokaklarda hep
bir örnek giydirilen sen
nasıl sevmezsin eşitliği
yürürken düşen çoraplarını
aynı hizaya getirmek için
annen değil miydi önünde diz çöken

Öpüşme sahnesinin tam ortasında
içeri girdiğin yazlık sinemanın
yer göstericisiyim
yürüyorsun fenerimin ışığında
yer: Kız Kulesi
ve sonu ayrılıkla bitecek
hüzünlü bir aşk filmini oynuyor
beyaz duvarında

Bir kez olsun çıkmazken ağzından
seni sevdiğimi
her gün söylememi yadırgama
bil ki bu şehirde
iskelenin verilmesini
beklemeden atlarım vapurlara

Son karesi gibi Red Kit'in
batan güneþ e doğru
sürerken atımı
gitme kal demeni bekliyorum
ama yalnızca
rüzgar çekiştiriyor atkımı.





Deniz

Yaşlı bir devrimci
düşürmez hiç ağzından
özgürlük kelimesini
ve yatmadan önce
bir bardak su yerine
denize bırakır
takma dişlerini.





Dudak Payı

Çay bardağında
Bırakılan dudak payı
Kadar bile
Uzak kalamam
Gözlerine

Yakın olsun isterim
Ellerime ellerin
Yanındaki beton binaya
Yaslanması gibi
Köhne bir evin

Seni bir çivi
Gibi çaktım
Çünkü beynime
Ve toplayıp
Bütün kerpetenleri
Attım denize.





Garip

Şiirden kovduğu uyağın
dönüp dolaşıp
sonunda mezar taşına
konması ne
garip:

Orhan Veli
1914 - 1950





Giderken

Bilerek mi yanina
almadin giderken
basinin yastikta
biraktigi
cukuru

Guveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin dogrulugu kadar

Beni senin gibi
bir de annem terketmişti
ki gobegimde durur
onun yoklugundan
bana kalan
çukur.





Hücüm Emri

Kum taneciği
kaçtı diye gözüne
emir veren generalin
iki dakika daha
çok yaşadı insanları
o şanslı kentin.





Kağıt Gemi

Deniz kıyısında
bir martıyla konuşurken görüyormuş
dostlarım beni sürekli
bir kaptanım çünkü
kağıt gemilerden
emekli

Kılları uzadıkça ellerimin
unuttum kağıtlardan
nasıl gemi yapıldığını
ki yaşlılığa uzanan
birer iskeledir parmaklarım
çözüldü uçlarından
nice kağıt geminin
palamarı

Çocukluğumun tahta atını
bozarak yaptığım iskeleye
küçük bir kağıt gemi
yanaşır mı dersiniz
kazısam ellerimdeki
bütün kılları ! ...





Kayıp Dalga

Kimim ben
ve sakalından bir tek kılın
müzelere giremeyeceğine ağlayan
köse bir peygamberden
nedir beni
ayıran

Hüzünlü bir çocuk yüzü müyüm
merdiven altındaki
boş rakı şişelerinin
hareketliliğinden anlayan
babasının eve gelip
gittiğini

Bir cüce miyim yoksa
cenaze gününde
annesinin tabutuna
uzanamayışının ağırlığını
hep omuzlarında
taşıyan

Küçük odaya çıkıyorum
tavan arasındaki
ve bir geminin
dümeni gibi çevirerek
istasyon düğmesini
kayboluyorum bir zamanlar
etrafında ailece toplandığımız
radyo dalgaları
arasında! ..





Kedi Kırıkları

Ortancasıyım üç kardeşin
hiç tatmadığı için
acırken ağabeyime
kıskanç gözlerle bakarım
iki insan sıcaklığı üstünden
dünyaya gelen
kardeşime

Kutsal kitaplarda
aramam boşuna
bir işaret
bilirim ki kuşların
silah sesinden
ürkmediği gün kopacak
kıyamet

Bilemezsiniz yüreğime neler olduğunu
nasıl ki bir korsanın
denize attığı rom şişesini
limana demirleyen geminin
çapasıyla kırdığından
hiçkimsenin haberi
olmuyorsa

Birbirinin üstüne
ters çevirerek içimdeki iskemleleri
uzaklaşırım aranızdan
çarşıda kaybolan bir çocuğun
elinde soğuyan
anne sıcaklığı
hızıyla...





Kırık Kibrit

Her kapı eşiğinde
çocuk mezarı diye takıldığınız
45 numara ayakkabılarımla
içinde etleri çürüyen
bir çocuk cesedi taşıdığımı
nasıl da bildiniz

Hiçbir bardakta
dudak payı bırakmadınız bana
bir kaşık sesini
bile çok gördünüz
şekersiz içerek
çaylarınızı

Bakarak yürüdüm oysa balkonlara
göz göze
gelebilmek için
çamaşır ipinin arkasına astığı
iç çamaşırlarının
ıslaklığına sürünerek
kanaryasını güneşe çıkaran
bir kadınla

Yanıma yaklaşıp kibrit istediğinizde
ıssız bir adaya düşen
yalnız adamın
dumanı görülsün diye yaktığı
ateşiydi sizlere
uzattığım

Ve siz
her seferinizde
sigaranızı yaktınız
ama açıktan geçen gemiler gibi
yanınıza beni almadan
gittiniz! ..





Kırmızı

Sevgilim kızma sakın
ve lütfen yanlış anlama
kırmızı rujunu sürünce
paramın yetmediği
elma şekerleri
geliyor aklıma.



Miğfer

Yağmur sinmiş toprağa
usulca geceden
su içiyor göçmen kuş
ölü bir askerin
ters dönmüş miğferinden
Çok yaşamayı diliyor
siperlerin içinde
birbirlerine askerler
hapşırık sesi
beklemeden
Korkulacak bir şey
olmazdı gözlerinde
belki ölmek
onca silah sesinden
kaçmasaydı kuş
telaşlı ve ürkek.





Naftalin

Eksik olan
bir yanı vardı aşkımızın
bir filminde
üç beş figüran dövüp
ata binmemesi
gibi cüneyt arkın'ın

Haberin olsun
vermedim eskiciye
yırtık ayakkabılarımı
nasıl ayrılırım ki onlardan
kapınızın önünde
az mı çıkarıp
giymiştim

Naftalinedim bende kalan yün kazağını
söylemiş miydim size
naftalin
ki güvelere karşı kullandığı
kimyasal silahıdır
anıların.





Ölü Asker

Zeynep ve Derviş'e
Nasıl da çok istemiştim
savaşa gitmeden
sevgilimle evlenmeyi
ama nereden bilebilirdim
ki silahın
demirine çarpıp
saklandığım yeri belli edeceğini
parmağımdaki yüzüğün...





Reçel

Gülemedim ki hiç
hasta yatağının başucunda
haberi bu yüzden
yoktur annemin
sol yanağımdaki
gamzeden

Komodinin üstündeki
ilaçların sayısı arttıkça
kutularından yaptığım
gökdelenin uzamasına
sevinirdim

Ve bilmezdim
annemin yaşantısındaki
renkliliğin yalnızca
raflarda dizili
kavonozların içindeki
reçeller olduğunu.





Şamandıra

Hayirsiz ogluyum babamin
hic buyumeyen
hala Topkapi'ya dogru uzanir
kimsecikler gormeden
hinzir bir cocuk gibi
kapisini calip
kacarim Istanbul'un

Hayirsiz ogluyum babamin
ticareti sevmeyen
para icin kosturulan
yaris atlarinin terlerini
bir akvaryumda toplar
icinde denizati
beslerim

Hayirsiz ogluyum babamin
yollarda dalgin yuruyen
ama adliyenin coplugunde
buldugu dolmakalemi
cocuklarina getirmek icin
ortasindan yapistiran temizlik iscisi
kacmaz gozlerimden

Hayirsiz ogluyum babamin
bir parka
dikilirse bir gun sairlerin heykelleri
benim yerim bos kalsin
ve payima hayirsiz ada aciklarina
bir samandira birakin.





Sana Yakın

Bir dostun sıcaklığına
öylesine
yaslamak istiyorum ki başımı
ya omuzunu uzat sevgilim
ya da telleri kopuk
bir kemanı

Kanadının altına sığınacak
bir kuş arayan
eskimiş saçak gibiyim sensiz
ya da bütün balinaların
kıyıya vurup
intihar ettiği
bir deniz

Bir hitit çanağıyım
toprağa gömülü
ve sen
ilk kazısını yapan
bir arkeolog ürkekliğiyle
ellerinin arasına
al beni

Tek dileğimdir çünkü benim
sana yakın bir sunay akın!





Semaver

Havalar ısınmaya başlayınca
bu aşk da biter
ben ki bırakırken
bir anlık gülümsediniz diye
paltonuzun sıcaklığıyla
avunan vestiyer

Göremezsiniz çocukluğumun
siyah beyaz fotoğraflarında
komşuların verdiği
atık yünlerden
annemin ördüğü kazağın
renkliliğini

Aralarında yürüdüm 1 mayısta
masal kahramanlarının
çok yoksulluk çekmişler
adındaki pamuğu
bile kullanmış prenses
bir regl gününde

Karıştırılsın semaver külüne
yakılan bedenim
üstüne devrilince beyaz geminin
fanilası rakı kokan babamın da
inanmıştım bir gün öleceğine

Ellerin elçizgilerimden
aşktan aşka geçen bir yaya
terasa asılı çamaşırların
arasında öpüştüğümde anladım
ıslaktır aşk
ve mahkumdur kurumaya.





Sevmek

Saçak altına sığınmış
göçmen kuşun
kar tanecikleri arasında
düşen beyaz tüyünü de
görebilmek

İşte
sevmek!





Sözgelimi

Sözgelimi
bir cenaze törenine
katılır gibi yürüyorum sokaklarda
ve iğneyle tutturulmuş
çocukluk fotoğrafım
gülümsüyor ceketimin
yakasında

Son dileği
asılacağı ipin üstünde
yürümek olan
bir cambazım sözgelimi
cellatın düğümleyerek
boynuma geçirdiği ip
düşürüyor sonunda beni
her gösteride alay ettiğim
yaşamdan

Bir mehteranım sözgelimi
çalgılar arasında
yürürken savaş alanına
üç adımda bir
geriye döner
ve yaşlı gözlerle anarım
sevgilimi...





Şemsiye

Tozlu bir şemsiye durur
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla

anımsar mısın bilmem
yağmurun bardaktan
boşanırcasına yağdığı o günü
hani şemsiyeyi iyice çekip başımıza
dudaklarımla hesaplamıştım
yüz ölçümünü

nicedir sokağa çıkarmıyorum
şemsiyeyi
korkuyorum çünkü
kapısı açık kafaesinden
uçan bir kanarya gibi
beni ikinci kez terk etmenden

yanıt alamayacağımıbilsem bile
yanına gidip
sorarım hergün şemsiyeye
altında elele
nasıl görünürdük diye.





Tik Tak

Ne kadar aradıysam
suyunda bulamadım tak'ları
zaman denilen kuyunun
yüzümde bu yüzden
yalnızca tik'lerini taşırım
çocukluğumun

Yarısını tuttum
çocuk doktoru
olmamı isteyen anneme
hasta yatağında verdiğim sözün
doktor olamadım ama
çocuk kaldım

İki çocuk
rahatlıkla oturduğumuz
kapının eşiğine
kendi başıma zor sığıyorum bugün
büyüdükçe insan
yalnız mı kalıyor ne ?





Yalnızlık

Şemsiye yapımcıları
ıslanmaktan
tek kişiyi koruyacak genişlikte
kesince kumaşları
yağmur değil
yalnızlıktır yağan

Daha da hüzünlendirir her gece
kentin sokaklarını
bekçinin nefesiyle
düdüğün içinde dönen
nohut taneciğinin
yalnızlığı

Ne çok sevinirim bilseniz
bir yılan
mezarıma girerde
göğüs kafesimin kemikleri içinde
kış uykusuna
yatarsa.





Yüreğim

Yuregim
Islaktir benim
Kuytularda aglamaktan
Ve hafif ucuktur rengi
Kurusun
Diye kac kez
Gunese asilmaktan...





Yüz Havlusu

Çarmıha gerildiği yaşta İsa'nın
avuçlarımdan tutan
iki çocukla çiviliyim yaşama
aşk bardağını çalkaladığım su olmak
kırılacak eşya taşıyan
bir kamyon gibi gidiyor Ağrıma

Kendi kendime konuştuğum sanılıyor
hep yanımdadır oysa
giderken bıraktığın yüz havlun
bozdun saklambaç oyununu ama
bana gizlendiğim yerden
çık demeyi unuttun

Her gece yatmadan okuduğum
bir kitap olmanı isterdim
kırardım ışıkları söndürmeden
yarım kalan sayfanın ucunu
ki sen buna tenim kırışıyor
yaşlanıyorum derdin

Yokluğundan geri kalan çölde
attığım her adımda
gözlerimden dökülür
hörgücümde taşıdığım sular
sevgilisinin gölgesinden uzak
çölde ağlayan deve ölür

Hava kararırken usulca
bir zenci olup
kalıyorum Salacak kıyısında
ve Kız Kulesi
Ku Klux Klan
gibi duruyor karşımda.

Mavi forum

0 yorum: